ADALETİ ARAYANLARA HZ.ÖMER’DEN DERSLER
Değerli kardeşlerim:
İslam'ın ortaya koyduğu prensiplerin hedeflerinden biri de İslami sistemin kurallarının Müslüman toplumda anlaşılıp yaşanmasına gayret göstermektir. Bu kuralların en belirgin ve önemli olanlarının başında ise adalet ve eşitlik prensibi gelmektedir.
Bunu sağlarken de fertler, toplumlar ve devletler nezdinde adaleti tesis etmek bir hâkim ya da mahkeme heyetinin tekeline bırakılmamış, onların heva ve hevesine de terk edilmemiştir. Aksine İslam'a göre adaletin tesisi insanlığın en mukaddes görevleri arasında kabul edilmiştir. İşte bu yüzdendir ki İslam ümmeti adalet için bir araya gelmiş bir toplumdur.
İslam kendi hakkını talep için yola çıkmış vatandaşlar için bütün yolları geniş tutmayı, bunu en hızlı ve en kolay şekilde yerine getirmeyi, bu konuda bir bedel ve güç sarf etmeden hakkına ulaşmayı sağlamak adına bütün imkânları sarf etmeyi öngörür.
Bu ifade ettiğimiz adalet anlayışı günümüz Müslümanları için hayal olsa da adaletin tesisinin yine bizden birine ait olduğunu her seferinde ikrar ederek Ömer’in adaletinden bahsetmekten de vazgeçmez.
İşte o Ömer’in adaletinde halkın kendi haklarını elde edebilmesi için bütün kapıları sonuna kadar açmış, durumlarını bizzat kendisi kontrol etmiş, tebaasına zulüm yapılmasına kesinlikle izin vermemiştir. Bunun sonucunda valiler ve halk arasında tarihte benzeri görülmemiş şekilde adalet tesis edilmiş, hasımlar arasında dahi adaleti sağlayarak her birinin kendi hakkını almasına imkân sağlamıştır. Onun adaletinde mahkeme edilen kimsenin akrabalarından birinin, zengin, fakir veya düşman olması fark etmezdi. Çünkü o Allah’ın ayetinin ne mana ifade ettiğini en iyi kavrayanlardan biri idi:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan ve adâletle şâhitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz öfke, sakın sizi adâletsiz davranmaya sevketmesin! Adâletli olun; takvâya en uygunu, en yakışanı budur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdârdır.” [1]
Hz.Ömer adaletiyle kalplere ve akıllara tesir etmiş yüce bir örnekti. Onun nazarında adalet İslâm'a pratik bir çağrı ve insanların kalplerinin kendisiyle imana açıldığı ameldi. O, Resûlüllah (s.a.v) in metodu üzerine hareket etmişti. Onun siyaseti insanlar arasında kurtarıcı bir adaleti tesis etmekti. O, bu konuda oldukça başarılı olmuştur. Hatta bu yüzdendir ki ismi adaletle anılır olmuştur. Onun hayatını araştıranlar göreceklerdir ki bu iki ismi birbirinden ayrı tutmak gerçekten de imkânsız gibidir. Onun bu başarısı altında şu sebepler yatmaktadır:
1. Hakka sımsıkı sarılma konusunda son derece titizlik gösteriyordu, hatta bu konuda kendi ailesine karşı daha amansız davranırdı.
2. Yaptığı her işte Allah'ın rızasını gözetmede oldukça sıkı davranırdı. Önce Allah'ı sonra insanları razı etmeyi göz önünde bulundururdu. İnsanlardan asla korkmaz sadece ve sadece Allah'tan korkardı.
3. Şeriatin hakim olması bütün sahabi ve tabiin neslinin dört elle sarıldığı bir husustu. Ömer (ra)'ın yaptıkları da bütün bu kesimden onay alırdı.
Hz. Ömer efendimizin adaletini bazı örneklerle ortaya koymak zamanımızın Müslümanlarına yol gösterici olması açısından önemlidir:
Adalet’in karşısında ırkın, dinin, rengin, toplumsal sınıfın hiçbir önemi yoktur asıl olan haklı ile haksızın ayrılmasıdır. İşte buna bir örnek olarak Müslüman ile Yahudi arasındaki davada Hz. Ömerin aldığı karar:
Ömer (ra)'ın karşısına bir Müslüman ve bir Yahudi'nin davası getirilmişti. Ömer (ra) Yahudi'nin haklı olduğunu gördü ve onun lehinde hüküm verdi. Yahudi ona "Allah'a yemin olsun ki hak ile hükmettin" dedi. [2]
Yine onun adaletinin kaynağı olan İslam’ın hükmünde davalı ile davacının makamlarınn önemi olmadığına dair kanunun tezahür etmiş güzel bir örneği:
Ömer (ra) valilerine her mevsimde yanlarına gelmelerini söylerdi. Yanlarına valileri geldiğinde insanlara "Ey insanlar! Bunları sizin mallarınızdan alsınlar diye göndermedim. Onları size hakça davransınlar, elde edilen ganimeti taksim etsinler diye gönderdim. Kime bundan farklı muamele yapılmışsa ayağa kalksın dedi. O esnada bir adam ayağa kalkıp, "Ey Müminlerin emiri, senin valin bana yüz sopa vurdu" dedi. Ömer (ra), Amr b. As'a neden vurduğunu açıklamasını istedi. Amr b. As ayağa kalkıp, "Ey Müminlerin emiri, şayet böyle yaparsan bu, senden sonra bir gelenek haline gelir ve insanlar bu gibi durumlar için senin yanına akın ederler" dedi. Ömer (ra) buna aldırış etmeyeceğini Resûlüllah (s.a.v)'in haksızlığa uğrayanın öcünü aldığını belirtti. Amr b. As onu razı edeceğini söyledi. Ömer (ra), "Sen dur başkası bunu halletsin” dedi ve adama her bir sopaya karşılık iki dirhem para verildi. Şayet adam bunlara razı olmasaydı misilleme yapılarak öcü alınacaktı.[3]
Valisine iltimas göstermeyen valisinin oğluna hiç iltimas göstermeyeceğine bir delil olarak yine Amr b. As'ın oğluna uyguladığı had cezasında net bir şekilde görüyoruz. İslam’ın adaletinde güçlünün gölgesine sığınarak zulüm yapmayı bırakın zulmü yapan güçlü olsa bile haklının hakkının ondan alınması emri vardır. İşte buna örnek olarak şu hadiseye bakmak yeterli olacaktır:
Mısırlı bir adam gelip Mısır valisi Amr b. As'ı şöyle şikâyet etti. "ey Müminlerin emiri, bana yapılan bir zulmü sana açmak istiyorum dedi. Ömer (ra) Tamam deyince adam şunları söyledi: "Amr b. As in oğlu ile yarışa girdim ve onu geçtim. O da bana bundan dolayı kırbaçla vurdu ve 'Ben cömertlerin oğluyum' dedi. Bunun üzerine Ömer (ra) Amr b. As'a oğlunu da yanına alıp gelmesi için mektup yazdı. Amr kalkıp geldi. Ömer Mısırlı adamın nerede olduğunu sorunca hemen adamı bulup getirdiler. Ömer (ra) adamın eline kırbacı verip "Vur cömertlerin oğluna" dedi. Adam vururken Ömer (ra) de "Vur cömertlerin oğluna" diyordu. Olayı gören Hz. Enes "Allah’a yemin olsun ki, adam vururken bundan hoşlandık. Sonunda bu işin bitirilmesini temenni ettik kendisinden" demiştir. Daha sonra Ömer (ra) Mısırlı adama "Amr'dan da intikamını al (döv)!" dedi. Adam, "Ey Müminlerin emiri, beni döven Amr'ın oğluydu, ondan da intikamımı aldım" dedi. Ömer (ra), Amr'a, "Ne zamandan beridir annelerinden hür olarak doğmuş kimseleri köleleştirmektesiniz?” diye sorunca Amr, bu olaydan haberinin olmadığını söyledi. [4]
Şimdi söyleyin Müslümanlar! Bırakın valiyi basit bir makam sahibi kişinin evladından hesap sorabilecek bir merciimiz var mı?
Şöyle bir söz vardır: "Allah (cc) adaletli idarecilere, kâfir olsalar da yardım eder. Zalim devlete de Müslüman olsa da yardım etmez... Ancak adaletle insanlar ıslah olur ve mallar çoğalır."
Onun için bizler adalet mülkün temelidir ifadesini dikkate alıyoruz! Çünkü adaletin olmadığı yerde ne insanın, ne de mülkün emniyeti söz konusudur.
Adalet ise herkesin Allah tarafından eşit yaratıldığını üstülüğün dünyadaki makam ve mevkiler olmadığını asıl olanın takva olduğunu anlamaktan geçer. Bunun bir göstergesi olarak Rabbimizin şu beyanına kulak vermek her Müslüman’ın boynunun borcudur:
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَـبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواؕ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٖيمٌ خَبٖيرٌ
“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” [5]
İslâm nazarında bütün insanlar eşittir, bunlar ister mahkûm ister hâkim, ister Arap ister Acem, beyaz ya da siyah olsun fark etmez. İslâm insanlar arasındaki nesep, cinsiyet, ırk, idareci ya da halk olsun bunları üstünlük sebebi olarak görmemiştir. Bütün bunlar İslâm'ın nazarında eşit haklara sahiptirler. Ömer (ra)'ın yaptıkları bu konuda en güzel delil olarak önümüzde durmaktadır. Eşitlik ilkesine dair yaptıklarına baktığımızda gördüğümüz örnekler bugünün Müslüman idarecilerinin yarın nasıl hesap vereceklerini sorgulatacak cinstendir:
Bir defasında Medine ve civarında bir kıtlık yaşanmıştı. Kıtlığın olduğu bu yıla Kıtlık senesi" adı verilmişti. Ömer (ra) bu esnada, durumlar düzelmedikçe yağ, süt ve et yemeyeceğine yemin etmişti. Ömer (ra)'ın hizmetinde bulunan birisi Ukkaz çarşısından onun için kırk dirhem yağ ve süt alıp getirmişti. Bunları alıp Ömer (ra)'ın yanına gelip de "Allah seni hayır üzere yaşatsın, sana ecrini bol bol versin, Ukkaz çarşına gitmiştim. Oradan taze süt ve Akka yağı satın aldım" dedi. Bunun üzerine Ömer (ra) "Onları pahalı bir fiyata satın almışsın, her ikisini de götür tasadduk et, onları israf olur korkusuyla yiyemeyeceğim, halkın başına gelen benim başıma gelmedikçe benim halim nice olur" dedi. [6]
İşte Ömer (ra) kıtlık senesinde gösterdiği tavır esnasındaki durumu insanların içinde bulunduğu durumdan farklı değildi. Hatta yağlı şeyler yemediğinden karnı guruldardı. Bu yüzden “İstediğin kadar gurul da, insanlar yağ yemedikçe sen de yemeyeceksin" diyordu.
Onlar bu eşitliği sadece insanlara uygulamakla kalmıyorlardı. Özellikle toplumun maslahatını göz önünde bulundurmaya gayret gösteriyorlar, yönetimde bu ilkeyi tatbik ediyorlar, amir ya da memur, kim olursa olsun herkese eşit davranıyorlardı. Buna bir örnek olarak İbni Abbas’dan gelen şu rivayete bakmak konunun anlaşılması açısından güzel bir vesika olacaktır:
"Ömer (ra) hac için Mekke’ye gelmişti. Safvan b. Ümeyye ona yemek yaptı. Dört adam içinde yemek bulunan kocaman bir tepsiyi alıp getirdi. Onu orada bulunan insanların önüne koydular. O esnada hizmetçi adamlar ayağa kalktı. Ömer (ra), "Bunlar yemeyecekler mi?" diye sordu. Orada bulunan Süfyan b. Abdullah, "Allah'a yemin olsun ki hayır, onlara yemek ayırdık" dedi. Ömer (ra) bu sözlere çok kızdı ve "Bir toplum hizmetlilerine böyle davranırsa Allah yapacağını yapar" dedi. Sonra hizmetlilere, "Siz de oturun yiyin" emrini verdi. Onlar da oturup yediler. Ömer (ra) bu yemeği yemedi. Çünkü o, Müslümanların genelinin rahatlıkla elde edip de yiyemediği bir yemeği yemezdi. Bazen bu yüzden hep oruç tutardı. Kıtlık senesinde akşamları yağ sürülmüş ekmekle karnını doyururdu. Bu durum, yemek için bir deve kestikleri zamana kadar devam ederdi. Bir defasında bir deve kesilmiş ve ona etin iyi kısmından yemek yapmışlardı. Önüne yemeği koyduklarında onun nereden geldiğini sordu. Oradakiler, "Ey Müminlerin emiri, bugün kestiğimiz devenin etidir" dediler. Bunun üzerine Ömer (ra), "Bravo size! İnsanlar onun değersiz yerlerini yerlerken, benim bu devenin etinin iyi kısmından yemem ne de kötü olur! Bu sofrayı kaldırın, başka yemek getirin!" karşılığını verdi. Ona ekmek ve yağ getirdiler. O da ekmeği ufaltıp üzerine yağ döküp yedi. [7]
Kendisi için öngördüğü kaideleri ailesi içinde öngören ve bu konuda halka davrandığından daha sert ailesine davrandığından dolayı zaman zaman ailesi rahatsız olsa da ona itaatsizlik yapmazdılar. Onun içindir ki Ömer r.a’ın ailesinden hiç kimse tarihe ümmet için sıkıntı verecek bir hal ile yazılmamışlardır.
Bu konuda iki örnek var ki, bugünün idarecilerinin evlatlarına sağladıkları imkânlar sebebi ile Hz. Ömer’in korktuğu cehennem azabından nasıl kurtulacaklarını sordurur cinstendir:
Bir ara deve pazarına gelen Hz. Ömer orada haylice iri, semiz ve gösterişli bir deve görür. Merak eder ve sorar "bu deve kime ait! Kim bu görkemli devenin sahibi?" Derler ki "bu deve oğlunuz Abdullah'a aittir." Hz. Ömer bunu duyunca ilk olarak şunu sordu; "bu deve nerede böyle semizledi. Nerede böyle kilolandı? Bana Abdullah'ı bulun." Biraz sonra Abdullah pazara geldi. Hz. Ömer sordu; "oğlum! Bu deveyi sen nereden buldun nereden besledin." Abdullah babasına cevap verdi; "bu deveyi pazardan satın almıştım. Gayem şuydu, biraz kilolansın, ben de satayım ve ticaret yapayım. Nihayet devem otlandı, su içti ve kilolandı. Ben de bugün pazara getirdim ki satayım. Burada yanlış bir şey yok. Yanlış bir şey de yapmadım."
Hz. Ömer oğluna şu soruyu sordu; "Sen bu deveyi nerede besledin. Hangi otla semizledin." Oğlu der ki; "Ben devemi bütün Medine halkı gibi devlete ait şu korulukta besledim. Herkes nasıl devesini getirip o koruluğa salıyorsa ben de getirip devemi o koruluğa bıraktım."
Bunun üzerine Hz. Ömer şu cevabı verdi; "Oh oh ne ala. Halifenin oğlunun devesi gelmiş. Haydi yemleyin. Haydi sulayın. Halifenin oğlunun devesi. Tabii ki en iyi yemi alacak, elbette en iyi suyu içecek!? Ey Ömer'in oğlu Abdullah; "Hemen bu deveyi sat. Elde ettiğin paradan, bu deveyi satın alırken verdiğin ana sermayeni al. Geri kalan parayı hemen hazineye devret. O para Müslümanların fakirlerine dağıtılacak haydi bakalım." [8]
Hz. Abdullah bu muameleyi hak etmediğini düşünmüş olacak ki şöyle der; "Ama herkes devesini o otlağa bırakırdı. Orası Medine'de yaşayan her vatandaşın yararlanacağı genel bir otlaktır. Ben de Medine halkından birisiyim. Burada yanlış bir işim olmadı ki."
Halife cevap verir; "Sen Halifenin oğlusun! Halk oradan yararlanabilir. Ama sen yararlanamazsın. Ben o otlaktan Halife ile Halifenin evlatlarının ve akrabalarının yararlanmasını yasaklıyorum."
İkinci örnek ise bir evladın yanlışını ortaya koyarak tövbe etmek istemesini, babanın ise yaptığı işin karşılığının babası sebebi ile tam yerine getirilmediğini düşünerek yeniden icra etmesi ve acı bir sonu ifa etmektedir:
İbnü'l-Cevzi şunu rivayet etmiştir: "Amr b. As, Mısır'da valiliği sırasında Abdurrahman b. Ömer b. Hattab'a içki içtiğinden dolayı had cezası uygulamıştı. Bu olaydan herkes ibret alsın diye ceza Medine'de de verilebilirdi. Fakat Amr b. As bu cezayı Mısır'da, kendi evinde, insanların olmadığı bir yerde uygulamıştı. Bu haber Ömer (ra)'a ulaşınca Amr'a şu mektubu yazdı: "Allah'ın kulu Müminlerin Emiri Ömer'den Amr b. As'a: Benim sözüme ve bir de bana karşı gösterdiğin cesarete sana hayret ettim. Sen yanlış yaptın, benim sözümün zıddına hareket ettin. Seni azletmekten başka bir şey düşünmüyorum. Sen demek ki, Abdurrahman'a kendi evinde cezayı verdin? Bunu bana karşı bile bile yaptın. Biliyorsun ki Abdurrahman senin vatandaşlarından biridir. Diğer Müslümanlara nasıl davranıyorsan aynı şekilde ona da öyle davranmalıydın. Fakat sen 'Bu, Müminlerin emiri'nin çocuğudur' diye düşündün. Sen biliyorsun ki mesele Allah'ın hakkı olunca insanların benim nazarımda değer bakımından hiçbir farkları yoktur. Bu mektubum sana ulaşınca onu bir aba içerisinde bana gönder de ona diğer insanlarla eşit şekilde ne yaptığımı bir görsünler." [9] Neticede Abdurrahman Medine'ye gönderildi. Ömer (ra) onu halkın gözü önünde kırbaçladı.
Yaptığı yanlışı anlayarak tövbe etmek için yaptığı günahı itiraf edip had cezasının uygulanmasını isteyen Abdurahman kimseden iltimas istememişti. Onun amacı sadece temizlenmekti ama valinin yaptığı sebebi ile iki sefer ceza uygulandı ve bu olaydan bir ay sonra başka bir hastalıktan vefat etti. Böyle bir durumla karşılaşan bir babanın çekeceği hüznü bir düşünerek bu durumun kendinizde tezahür ettiğini bir düşünelim! Ne yapardık?
Ne yapardık sorusuna cevap aradığımız zaman çokta düşünmemiz gerekeceğini düşünmüyorum. Zira iltimas almış başını giderken, zalimlik arşa yükselmiş, kardeşlerimiz katledilirken onların haklarını arayanlara dahi tahammülün gösterilmediği bir yerde Ömer’in adaletinden bahsedenlerin olması ne ifade eder ki?
Herkesin ağzında adalet, eşitlik, kardeşlik cümlelerinin dolaştığı bir zamanda acaba hangimiz Ömer olmaya talibiz sorusu sorulması gerekmez mi?
Bizler o kadar adaletten uzaklaşmış ve egolarımıza tapar hale gelmişiz ki, birisinin ağzından aleyhimize bir cümle çıksa da tepesine çöksek diye bekler hale gelmişiz. Ama sorarsan Ömer’in adaletini arıyoruz!
Bakın bakalım Ömer’in adaletinde kral olsanız bir hükmü var mı?
Müslümanlar Rumlara karşı peş peşe zaferler kazanmaya başlayınca bölgedeki Araplar kabileler halinde islâm'a girmeye başaldılar. Aynı şekilde Gassani hükümdarı da İslâm'a girdi. Beraberindekiler de onunla beraber Müslüman oldu. Gassani hükümdarı Cebele, Ömer (ra)'a bir mektup yazıp Medine'ye gelmek için izin istedi. Ömer (ra) buna sevindi. Neticede Cebele Medine'ye geldi. Medine'de bir müddet kaldı. Ömer (ra) ona değer veriyor ve rahat etmesi için elinden geleni yapıyordu. O sırada Cebele hacca gitti. Hac esnasında Benu Fezare'den bir adam onun entarisinin kenarına basıp yırtılmasına sebep oldu. Buna kızan Cebele öfkelenip yumrukla adamın burnunu kırdı. Fezareli adam meseleyi Müminlerin emiri Ömer (ra) a götürüp şikâyet etti. Cebele halifenin huzuruna çağrıldı. Cebele yaptığını itiraf edince Ömer (ra) şunları söyledi: "Seni bu kardeşinin burnunu kırmaya sevk eden şey neydi?"
Cebele, ona acıdığını ima ederek, "Şayet Beyt-i Haram'da olmasaydım her iki gözünü de çıkarırdım" dedi.
Bunun üzerine Ömer (ra) "Sen suçunu kabul ettin. Ya ona diyet öder razı edersin ya da onun intikamını senden alırım" dedi.
Bu durum karşısında Cebele'nin şaşkınlığı büsbütün artı ve "Ben bir hükümdar ve bu da sıradan bir adamken bu nasıl olur?" dedi.
Ömer (ra) "İslâm ikinizi eşit görmektedir" karşılığını verdi.
Gassan emiri, "Ey Müminlerin emiri, ben Müslüman olduktan sonra cahiliyede içinde bulunduğum durumdan daha şerefli olacağımı düşünmüştüm” dedi.
Ömer (ra) bu sözlere "Bırak bunları, şayet adamı razı etmezsen sana kısas uygularım" dedi.
Bunun üzerine Cebele, "Bu durumda Hıristiyanlığa geçerim" dedi.
Ömer (ra) "Geçersen boynunu vururum, çünkü sen Müslüman oldun. Dinin den dönersen seni öldürürüm dedi. [10]
Cebele bu tartışmanın bir fayda vermeyeceğini ve Ömer (ra)'le başa çıkamayacağını anlayınca düşünmesi için biraz mühlet vermesini istedi. Ömer (ra) izin verdi. Cebele Ömer (ra)’in kararını kabul etmedi ve geceden istifade ederek Mekke'yi terk edip İstanbul'a kaçmaya karar verdi. Neticede İstanbul'a bir Hıristiyan olarak kaçıp yerleşti.
Düşünün bugün bizler hangi makam sahibine yaptığı yanlışı söyleyebiliyoruz?
Hâlbuki Allah Resulü s.a.v: “Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.” [11] buyurmakta ama kimse bunu yapma iradesini ve cesaretini gösterememekte.
Öyleyse kahvahane köşelerinde boş lakırtıya dönen Ömer’in adaleti ne zaman gelecek!
Bizler sadece hatırlatıcılarız ve bizler biliyoruz ki, insanlar adaleti sağlamazsa Allah’ın adaleti tecelli eder. Onun adaleti tecelli ettiğinde de ne Firavunlar, ne Karunlar kalır!
Dünyada bu kadar zulüm, kan ve gözyaşı varken namazın arkasına sığınan siz zalimlere bir sözüm var:
“Allah mühlet verir ancak ihmal etmez”
Elbet bir gün bütün adaletsizliklerin, zulümlerin, ihanetlerin hesabı sorulacaktır. Önemli olan sorulmadan kendini hesaba çekebilmektir!
Rabbim hesaba çekilmeden kendini hesaba çekenlerden olmayı bizlere nasip etsin!
Rabbim Hz. Ömer’in adaleti üzere yaşamayı nasip eylesin!
Rabbim zalim olmaktan, zalimle iş tutmaktan, kardeşlerimize ihanet etmekten hepimizi muhafaza eylesin!
[1] Maide 8
[2] Muvatta, akdiyye ,2
[3] İbn sad, Tabakat, III, 293
[4] Muhammed Bakerim, Vasatiye Ehli Sünne beynel Firak, s.170
[5] Hucurat 13
[6] Taberi, Tarih, IV, 98.
[7] Nizamul Hukm fi Şeria, 1, 87.
[8] Beyhaki, es-Sünen, 6/147
[9] İbnül-l Cevzi, Menakıbu Ömer s. 235
[10] Ibn Haldun, II, 281
[11] Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 13. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 37; İbni Mâce, Fiten 20